BURSA VE DEPREM(17 AĞUSTOS 2014)
Büyük Marmara depreminin yıldönümü olan bugünde hatırlanması gereken sadece depremin bilançosu değil bilançonun sebepleri olmalıdır.Sözün başında bu büyük afette resmi olmayan kayıtlara göre canlarını kaybeden 40 bine yakın insanımıza Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum yaralı olarak kurtulanlara ise geçmiş olsun dileklerimizi tekrarlayalım.Deprem kuşağındaki ülkemizin ve 1. derece deprem bölgesi olan Bursa'da deprem konusu bence gündemdeki yerini koruyamaması ayrı paradoks olduğunu düşünüyorum.
Bu konuda merkezi hükümetimizin afet yasaları ile ilgili almış olduğu kararların yanı sıra özellikle yerel yönetimler olarak tüm belediyelerimizin "DEPREM MASTER PLANI" başlıklı bir hedef eylem planı olmalı ve kentimiz adına alınacak tüm kararlarda deprem temel referans olmalıdır.Ülkemizde 99 yılından bugüne deprem konusu bence çok yüzeysel işlenmekte ve akademik bazı etkinlikler ve enformasyondan öteye gitmemektedir.
Bursa’nın depreselliği konusunda araştırma yaparken Gökmenzade Hacı Çelebi ismiyle karşılaştım.Yerbilimciler dışında ismini duyan kimsenin olmadığını pek tabii ki biliyorum.Tam ismi Gökmenzade Seyyid Hüseyin Rifat Efendi olan Bursa’lı Türk yazar özellikle 19. yüzyılda güneydoğu Marmara Bölgesi'nde büyük yıkım yaratmış olan 1855 Bursa depremlerini ele aldığı "İşaretnüma" adlı çalışması ile Türk tarihinde bilimsel veriler ve unsurlar içeren ilk deprem tarihini yazmış olan ve bu nedenle Türkiye'de sismoloji biliminin öncülerinden sayılmıştır. İşaretnüma'da özellikle 1855 yılı başlarında Bursa ve civarında yaşanan iki deprem hakkında çok zengin bilgiler yer almaktadır. Bursa’lı Gökmenzade Hacı Çelebi’nin İŞARETNÜMA adlı çalışmasında,1855 depreminde en fazla hasarın,ovada ve Hisar’ın altındaki semtlerde görüldüğünü Muradiye’nin ise depremin en az hissedildiği bölge olduğunu belirtmiştir.
Gökmenzade Hacı Çelebi’yi ve bu konudaki katkılarını okuyunca neden depremle adı özdeş olan Bursa’mızda adına sempozyumlar düzenlenmediğini sorgulamak için bir çalışma başlattığımı da ayrıca paylaşmak isterim.
Değerli dostlar Bursa’nın depreselliği konusunda birçok şey için geç kalınmış olduğunu ve ortalama 130 senede bir gerçekleşen yıkıcı ve ölümcül depremin kentimiz ve ülke ekonomisine vereceği zarar uykuları kaçırması gereken sonuçlar içerdiğini kabul etmemiz gerekir.
Şöyleki;Bursa, ülke ekonomisine üçüncü derecede katkı sağlayan,sanayi şehri kimliği tarihi şehir kimliğinden daha ön planda olan bir şehir olduğu konusunda sanırım itirazı olan olmaz.Buradan hareketle sanayi kenti olan Bursa olası bir büyük depremde gerek nitelikli yetişmiş iş gücü gerekse sanayi üretimi kaybının aynı oranda ülke ekonomisini uğratacağı zararı kestirebilmek için sıradan bir akıl yürütme yeterli değilmidir.Krizin boyutu bu derece ortada iken maalesef bir aksiyon alınmaması çok açık bir ifade ile Bursa’lılar olarak geleceğimizin tehdit edilmesidir.Peki Bursa’da ana gündeme oturması gereken bu konuda neden somut adımlar atılmıyor kararlar alınmıyor,bence bunu bugünden sonra hep birlikte sorgulamalıyız…
Hepimizin bildiği üzere 1960’lı yıllarda ülke genelinde hızlı bir sanayileşme süreci yaşanmıştır.Ve bu süreçten en fazla nasibini alan illerin başında da BURSA gelir.Hatta nasibi fazla olsun diye de desteklenmiştir.
Bence Bursa’yı bekleyen deprem veya benzeri bir felaketin derecesini özellikle sanayileşmeye paralel artan göç, yeni yapılaşma ve ovada ve yakın çevresinde kaçak ve çarpık yapılaşma oranları belirleyecektir.
Bursa her ne kadar bir kimlik bunalımı yaşasa da gerek ulusal gerekse uluslar arası düzeyde rekabet gücü olan sanayi tesislerinin odaklandığı bir merkez olma özelliğini de taşımaktadır.
Tamda bu noktada günümüzde kentsel dönüşüm ile konut üretimi amacından farklı bir biçimde inşaat sektörü üzerinden ekonomiyi canlandırmaya yönelik bir araç olarak görüldüğünü müşahede etmekteyiz.
BÜYÜK DEPREMİN yıldönümünde bu anlattıklarımın iç yangınıyla sesimi ve sözümü yükselterek haykırıyor ve bu konuda bir aksiyon alınmamasını “KENTE KARŞI SUÇ” kavramı ile özetlemek istiyorum…
Bursa’da depremin ULUDAĞ’ın varlığı kadar bir gerçek olduğu kavranmalı ve imar planları,nazım imar planları başta olmak üzere yapılacak her türlü çalışmada alt ve üst planların birbiriyle çelişmemesi gerekmektedir.
Unutmayalım ki millet olarak “doğal afet bu Allah’tan geldi “deme kolaycılığı bizi tarih ve insanlık karşısında affettirmeye yetmeyecektir.
Fatih ÖREN
Osmangazi Belediye Meclis Üyesi
Uzm.Sosyolog-Yerel Yönetimler Uzmanı-Ekonomist
TABAKHANELER BÖLGESİ TÜRKİYE'NİN EN BÜYÜK JEOTERMAL PARKI OLSUN
Şehrimizin en değerli bölgesi olan Sıcaksu(Tabakhaneler)Bölgesi ile ilgili geçtiğimiz yıllarda ilk hazırlanan projeyi inceledikten sonra çok daha iyi bir proje ile Tabakhaneler Bölgesi Dönüşüm Projesi'nin Bursa için tarihi bir fırsat olduğu düşünmeye başladım.Üzerine gittikçe kendi içimde bir sonuç alabilme çabasına dönüştürdüğüm ve parti karar vericilerimiz ve büyükşehir belediye başkanımız başta olmak üzere birçok paydaşla görüşerek projenin yeniden ele alınması ve uzun vadeli bir master planı dahilinde etraflıca düşünerek karar verilmesi gerektiğini savunmuştum.2007 yılında şehrimizin en değerli bölgesi olan Sıcaksu Tabakhaneler bölgesinin Kentsel Dönüşüm Alanı ilan edilmesine rağmen 7 yıldır bir türlü çözüme kavuşturulamayan ve halen bir çöküntü alanı olarak kalan bölge verilecek stratejik bir kararla Bursa’mızın ve Türkiye’nin çok prestijli bir projesi özelliğini kazanabilir.Gelinen noktada 400’e yakın hak sahibinin artık eşsiz güzelliklere sahip bu kentin menfaatini de göz önünde bulundurarak bir karar vermeleri hepimizin ortak beklentisi olmalıdır diye düşünüyorum.Hatta kalıcı bir çözüm adına ise gerekirse Büyükşehir Belediyemizin hak sahiplerinden bu yerleri satın alarak tarihi bir karara imza atması da bir Bursa’lı olarak beni ayrıca heyecanlandırdığını çoğu kez dile getirmiştim.
En son geçen ay parti meclis grup toplantımızda da yetkisi Büyükşehir Belediyemizde olan proje ile ilgili olarak bu konuyu yeniden ele alıp fazla geç kalmış olmadan mutlaka bu fırsatı değerlendirmemiz gerektiğini ayrıca savunmuştum.Ayrıca bu konuda karar vericilerimize “TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK JEOTERMAL PARKI”sloganı ile yola çıkıldığında böyle bir proje için Başbakanımızın özel desteğinin yanı sıra Turizm,Çevre,Sağlık hatta oluşturacağı doğrudan ve dolaylı istihdam nedeniyle ÇSGB bakanlıklarından alacağımız destekle proje çok kısa bir süre içerisinde amacına ulaşarak uluslararası bir kimlik kazanabileceğini ayrıca belirttim.Rezerv durumuna göre konut ısıtma,sağlık turizmi başta olmak üzere bu proje sayesinde kaplıca turizmindeki başkalarına teslim ettiğimiz liderliğimizi de yeniden kazanabileceğimizi belirtmiştim.Bursa ekonomisine katkısı da dahil olmak üzere birçok başlıkta çok değerli katkıları olacak bu proje de aslında bir sosyolog olarak beni en çok heyecanlandıran ise yıllardır hedeflenen seviyeden çok uzak olduğumuz“bir turistin Bursa’daki konaklama süresini”arttırmaya yönelik katkısıdır.
Tüm bunlardan hareketle bir düşünsel altyapının teşviki ile “Tabakhaneler Bölgesi Dönüşüm Projesi”'nin Bursa için tarihi bir fırsat olduğunu düşünerek “TÜRKİYE'NİN EN BÜYÜK JEOTERMAL PARKI OLSUN” proje önerimi Ankara'ya kadar ulaştırmıştım.Konu ile ilgili olarak geçen ay bir vesile ile büyükşehir belediyemizin üst düzey bürokratlarından biriyle yaptığım şifai görüşmede projede bu yönde bir revizyona gidildiğini öğrendim ve inanılmaz mutlu oldum.Zira alınan bu karar yerel yöneticilerimiz tarafından son yıllarda Bursa adına en iyisini arama çabalarının bir göstergesiydi.Demek ki birçok projede bu ve benzeri önerilerle çok daha değerli ve prestijli projeleri şehrimize kazandırabiliceğimizi görmüş olduk.Öyle ya insanımızın yaşam kalitesini arttırma çabaları ve Yaşanabilir Kentler üretme adına bunlar gelişimimizin birer göstergesiydi.
Değerli dostlar,kıymetli paydaşlar,saygıdeğer Bursa'lı hemşehrilerim bu konudaki fikri mücadelem ve çıkış noktam birçok projede olduğu gibi bu projede de anlaşılır bir ifade ile “KİŞİNİN RANTININ KENTİMİZİN RANTININ ÖNÜNE GEÇMESİ” meselesi idi.Dönem itibariyle Belediye Meclis Üyesi olarak yerelde siyaset yapan ve tüm enerjimizin yerele,kentimize harcanması gerektiğini savunan birisi olarak kent merkezindeki 50 yıllık bu kötü manzarının izlerinin anca böyle bir proje ile "TÜRKİYE'NİN EN BÜYÜK JEOTERMAL PARK PROJESİ"ile silinebileceğini savunuyorum.Bundan 30 sene öncesine kadar günübirlik kaplıca turizm şehri iken bugün bunun yeniden kazanılması adına somut hiçbir şeyin yapılmıyor olmasının sebebini araştırdığımız zaman Bursa’daki bu önemli kaynağın önceki yerel yönetimlerin inisiyatifi ile maalesef ama maalesef sınırlı sayıda 3-5 büyük baş işletmeciye ve otelciye peşkeş çekildiğini müşahede ediyoruz.
Akıl ve bilimin popilizmi yendiği bir dönemde bizler biliyoruz ki sayısal verilerin ve bilimin karşısında rasyonel olmayan hiçbir fikir görüş kabul görmeyecektir.Bursa’da yapılan teknik ve bilimsel çalışmaların sonuçlarının yanı sıra deprem kuşağındaki ülkemizin 1.derece deprem bölgesi olan Bursa’mızda sıcak suyun varlığı ve jeotermal Uludağ'ın varlığı kadar bir gerçektir.Tıpkı yer üstündeki tarihi değeri kadar yer altı kaynak zenginliği gibi benzeri değerlerin farkındalığı ile Bursa'mızın Türkiye'nin pazarlayabileceği bir marka olma potansiyeli hepimize heyecan vermeli ve harekete geçirmelidir.
Yine bu konuda “KENTSEL DÖNÜŞÜM olarak kanun adını bile yanlış telaffuz ettiğimizi düşündüğüm 6306 sayılı AFET RİSKİ ALTINDAKİ ALANLARIN DÖNÜŞTÜRÜLMESİ kanununun aslında bir süreci kapsayan iyileştirme ve dönüştürme projesi olduğunu unutmamalıyız.Bursa’nın sanayileşme sonrası kentleşmeye çalışan bir şehir olduğunu ve en iyi çözümün insanlarımızın yaşam kalitesini arttıracak YAŞANABİLİR ALANLAR üretmek olduğunu savunmamız gerekir.
Değerli dostlar nasıl ki ülke çıkarları adına devletin menfaati her şeyden ali ise yaşadığımız şehrin de menfaati de şahsın rantının menfaatinin önüne geçmelidir.Meseleyi sosyolojik açıdan el alacak olursak unutmayalım ki;"SAĞLIKSIZ KENTLER SAĞLIKSIZ NESİLLER DEMEKTİR".Ayrı bir başlıkta ele alacak olduğum GÖÇ gerçeğininde bu çalışmalar önündeki en önemli engellerden biri olduğunu unutmayalım.Bursa son 15-20 yıla kadar kendi has yapısı ile asayiş ve yaşam kalitesi olarak HUZUR ŞEHRİ iken bugün aşırı göçün etkisi ile ulusal basında 3. Sayfa haberlerinde yer alması bu konunun önemini ortaya koymaktadır.
Sonuç olarak;kentimiz adına alacağımız her türlü kararın temel referansını bu düşünce teşkil etmelidir.
Değerli dostlar her proje maddi değeriyle birlikte sosyal ve manevi yönleriyle de değer üretmelidir.KENTLER SADECE ÜZERİNDE YAŞADIĞIMIZ BİR TOPRAK PARÇASI OLMAYIP UĞRUNA ONLARCA YIL SAVAŞ VERİLMİŞ VE KAZANILMIŞ MEKANLARDIR.Bizler inancımız gereği dinimizin bu konuda da öğretilerini ve tavsiyelerini her konuda olduğu gibi kent yönetiminde de göz ardı etmemeliyiz.”Elinizde bir fidan olduğu halde;kıyametin kopacağını anlasanız dahi onu dikiniz” diyen bir dinin mensupları olarak hertürlü canlıya,nebatata ve çevreye karşı sorumlu unutmamalı ve müjdeli olduğuna inandığımız bu ruhaniyetli şehre sahip çıkmalıyız...
Kalın sağlıcakla…
Fatih ÖREN
Osmangazi Belediye Meclis Üyesi
Uzm.Sosyolog-İşletmeci(Ekonomist)-Yerel Yönetimler Uzmanı